Ana içeriğe atla

İNSAN ÜRETME




 ''Mutlu bir yuva'' kurup, bir çocukla bu ''mutlu yuvayı'' taçlandırma bugün toplumları oluşturan bireylerin bir çoğunun en büyük hayali durumunda,ancak bu hayal insanlığın kabusuna dönüşmenin eşiğinde.


Üretim sürecindeki amaç bir ihtiyacın arz-talep dengesi içinde mümkün olan en iyi biçimde karşılanmasıdır,insanlık devamlılığı ve gelişimi için insan üretimi yapmak zorundadır ancak üretim süreçlerinde olduğu gibi insanında değerli olabilmesi yani üretilme süreci sonunda en yüksek faydayı sağlayabilmesi için zaman içinde talebe en uygun özelliklere kavuşturulmuş olması gerekir.

İnsanlığın erken dönemlerinde insan doğal seçilim kurallarına tabi olarak çevresel şartlara gösterebildiği uyumla doğru orantılı olarak üreme şansına sahip olabiliyordu,mevcut şartlara başarılı/faydalı olan ebeveynler genetik miraslarını sonraki nesillere aktarma şansına sahiptiler.Bu durum en ilkel biçimde ''güçlü olanın'' hayatta kalması şeklindeydi.Ancak yerleşik hayat ve üretim araçlarının gelişmesi ile birlikte biylojik üstünlük avantajı yerini zihinsel üstünlüğe bırakmaya başladı,dev cüsseli neandertallerin yok olup daha zayıf sapienslerin yaşamlarına devam edebilmesi belki bu sürecin bir sonucuydu.Zihinsel üstünlük sorunlara çözüm geliştirebilenlerin hayatta kalmasını sağlıyordu,hayatta kalanlar kendi benzerlerini üreterek insanlığın geleceğini şekillendiriyorlardı.

Bu üstünlük bireyin kendisi ile doğrudan bağlantılıydı,birey sorunu bizzat çözebildiği için güçlüydü ve sadece bu sebeple insan yaratma hakkını elde edebiliyordu.İnsan türü gelişimini sürdürdükçe bilgiyi saklamayı,taşımayı ve kullanımını yaygınlaşmasını sağladı.Bilgi artık kişiden bağımsız bir hale geldi insanlık karşılaştığı sorunlar için çözüm paketleri oluşturmuştu.Avcılık yada çiftçilik yeteneği olmayanların hayatta kalamadığı bir dönemden toplumun diğer üyelerinin yarattıkları değerler üzerinden engelli aylığı alan ve karnını -üretim yapanlara göre- çok rahat doyuran insanların yaşayabildiği; vergi avantajları ile kayrılan kolları bacakları olmadan doğan insanların; yeni insanlar üretme hakkına sahip kılındığı bir çağa ulaşıldı.

Günümüzde daha doğrusu 1900'lü yılların ortalarından itibaren yaygınlaşan ''humanizm'' merkezli politikalar insanların taşıdıkları niteliklerden bağımsız olarak -sadece insan oldukları için değerli- oldukları fikrini taşımaktalar.İnsan oldukları için eşitler ve diğerleri ile aynı haklara sahipler.
Bu haklardan biride ''insan üretmek''

Üretilen şeye değer kazandıran taşıdığı niteliklerin ihtiyacı ne kadar karşılayabildiğidir,örneğin 1800'lere kadar sabana koşulan öküz çiftçilik yapanlar için çok değerli bir üründü ancak traktörün ortaya çıkışı ile birlikte ''öküzlerin çağı'' geride kaldı.

Sanayi devrimi ilk dönemlerinde ve öncesinde insan merkezli bir üretim yapısı mevcuttu,ne kadar çok insan o kadar düşük maliyetler anlamına gelmekteydi.Makinelerin niteliklerinin ve verimlerinin artması ile birlikte maliyet avantajı makinelerin lehine olarak değişti.Bu yüksek insan talebinden bir vazgeçişi beraberinde getiriyordu onun yerine nitelikleri arttırılmış daha sınırlı bir insan gücüne ihtiyaç vardı,bu durum insanların daha uzun süreler eğitim sistemi içinde tutulması gerekliliğini doğurdu.Nitelikli insan gücü talebinin de fazlası ile karşılanmsı ardından en son aşamaya ulaşıldı.Küçücük dünyamızda milyarlarca işe yaramaz insanla başbaşa kaldık.

Dünyanın mevcut halinde gelişmiş teknolojilerimiz ve sosyal devlet yapılarımız sayesinde ''doğal seçilim''ile bir savaş verircesine tüm insanları yaşatmaya çalışıyoruz,bunun da ötesine geçerek başarılı/daha fazla faydalı olan genlerin sonraki nesillere taşınması ilkesini ezip geçerek niteliksiz kitlelerin kontrolsüzce üremesi için elimizden geleni yapıyoruz,bugün neredeyse dünya üzerindeki tüm devletler ücretiz doğum öncesi,doğum ve doğum sonrası sağlık hizmetleri vermekte bunlarında ötesine geçerek biyolojik olarak üremesi mümkün olmayanlara devlet destekli tüp bebek tedavileri uygulanmakta.

Sonuçta ortaya çıkan manzaraya bakıldığında insanlığın devamlılığı ve gelişimi konusunda gerekli hiçbir nitelik taşımayan ve dünyaya yük oluşturan bir insan yığını ile karşı karşıyayız.

Üretim araçlarımız bu işe yaramaz yığını hayatta tutmak için gereksiz biçimde kullanılmakta,bu fazlalıkları beslemek barınmalarını sağlamak ve hayatta tutmak için tüm insanlığın yaşam kalitesini aşağıya çekmek zorunda kalıyoruz.İnsanlığın gelişimi için kullanılması gereken kaynaklar insanlığın sırtındaki bu kamburu daha da büyütmek için kullanılıyoruz

Niteliksiz kitle hayatta kaldıkça ve hayatta kalmasını sağlayan şartlar kendilerine sağlandıkça daha fazla insan üretecek imkana kavuşuyor.Belirli bir amaç taşımayan sadece asgari şartlarda hayatta kalmak ideali ile donatılmış insan topluluğu kanserli doku gibi dünya üzerinde hızla yayılıyor.Biyolojik yada zihinsel hiçbir üstünlük taşımadan insanlığın sahip olduğu ''etik miras'' sonucu büyük fedakarlıklar ile yaşatılıyorlar.

İnsanlık olarak antik genlerimizden kalan etik mirasımızın bizi aşağı çekmesine izin mi vereceğiz yoksa ''insanlığın yararı'' temelli yeni bir rasyonel tabanlı üreme politikası mı izleyeceğiz?Bu geleceğimiz için almamız gereken en önemli karar olacak sanırım.




















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Usus,Fructus & Abusus

Tüm ''Ahlak''ın temeli ''MÜLKİYET''      Neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyen kurallar bütünü/ilkeler sistemine ''Ahlak'' adı verilir,Ahlak adı verilen ilkeler sistemi bir kültür yada bir grup tarafından genelleştirilir ve kanunlaştırılır.Ve bu kanunlar aracılığı ile grup üyelerinin davranışları düzenlenmeye çalışılır. Bugün ''Genel Ahlak'' yada ''Toplumsal Ahlak'' adını verdiğimiz sistemlerin tamamı tek bir şey üstüne kuruludur.Mülkiyet hakkı. Mülkiyet,taşınır veya taşınmaz bir eşya üzerinde eşya sahibine kullanma,yararlanma ve tasarruf etme yetkisi veren ve hukuk düzeni sınırları içerisinde kullanılabilen mutlak ve ayni bir haktır,mutlak nitelikte olması nedeni ile herkese karşı ileri sürülebilir.Ve toplumsal ahlak kurallarının çıkış noktasını oluşturur. Topluma göre başkasına ait olan birşeyden izinsiz faydalanmak ''kötü''dür.Başkasına ait olan toplum taraf

DON KİŞOT

Üç kelime ile başlıyoruz:Rutin,heyecan,macera   Rutin,alışılagelen,sıradanlaşan detaylı bir ifade ile belirli sürelerde aynı yada çok benzer biçimde tekrar eden şeyler için kullanılır.Rutin bir ''güven'' ifadesi olmasının yanı sıra,gerçekleşen şeyin beklentiye uygun olarak meydana geldiğini ve meydana geleceğini ifade etme biçimidir. Rutin,''sürekli aynı biçimde tekrar etmesi'' nedeni ile insan üzerinde psikolojik yada fiziksel anlamda bir değişikliğe sebep olmamaktadır.Hayatı boyunca çok fazla uçak görmemiş bir  insan ile havaalanında çalışan kişinin içinde bulunduğu durum gibi,yada kulağına daha önce hiç küpe takmamış biri ile kulağına hergün küpe takan kişinin  durumlarında olduğu gibi. (kulağına ilk kez küpe takan birinde hem fiziksel olarak kulağının delinmesi gerekecek hemde psikolojik olarak daha önce yaşamadığı bir oluş içine girecektir.) Rutin,verdiği bu güven duygusunun yanında,belirli bir sürenin ardından mevcut duruma adaptasyondan

TOPLUMSAL BİLİNÇ PARÇACIĞI

''Bilinciniz sadece size ait değildir'' Özgür irade ilizyonunun conseptlere aktarımı,    Bizler,yani ben olarak tanımladığımız yapıların ''görece bağımsız'' bir biçimde otonom kararlar aldığı fikrine sahibizdir.Düşüncelerimizde özgür olduğumuzu kabul ederiz.Bunu yapabilmemizin en önemli sebebi bilincimizin çok parçalı bir yapıdan oluşmasıdır.Hatta bu çok parçalı yapı zamansal düzlemde çok katmanlı bir hale gelmektedir. Homo sapiens sapiens ''düşündüğünün üstüne düşünebilen insan'',kendi özünden yarattığı şeye çıkıp bakabilme hali.Zihin dev bir kütüphane olarak tasvir edildiğinde  bilinç bu kütüphanede dolaşan bir ziyaretçi olarak düşünülmelidir.Bu sebeple bilinç kütüphaneye her seferinde ''benzer'' ama bir öncekinden farklı bir ziyaretçi olarak girmektedir.Bu durumda bilinç zamansal ve olgusal olarak farklılık göstermekte midir?Bunun ötesinde bu ziyaretçi ziyaretin ardından yok olup gitmekte ve yerini diğer zi